BASINDA MAHMUT TURGUT

‘Foto-grafi’

Aydın Afacan

Tamara’dan BahçeVan’a…

Bazı tarihi mekânlar hem kardeşliğe hem de kardeşlerin birbirine zulmüne dair izleri bir arada, yan yana taşırlar. Onlarda bu izleri görmemizi sağlayan şey, tarih bilgimizdir elbette. Bu, ‘görme biçimimizin’, tarihi kavrayışımızla bağlantılı olduğu anlamına da gelir. Diğer yandan baktığımız yer, bilimsel anlamda bir bilgiyle sınırlanmayıp, hayal gücümüzü de harekete geçiriyor veya başka bir deyişle canlanıyorsa, sanatsal tahayyüle de yatkınlığımız var demektir. Fotoğrafı Sontag’ın deyişiyle ‘tefekkür nesnesi’ne dönüştüren şey de sunduğu bakış açısıyla birlikte onu görme biçimimizdir. Bir yandan da bellek ve tahayyülün işlemesi fotoğrafın başarısıdır. Mahmut Turgut’un fotoğraflarındaki Van, doğası ve yapılarıyla, tarihin yürüyüşünü kendi içinde canlandıran özellikler taşımaktadır. Öyle ki, Van diyarını gören için de görmeyen için de fotoğrafın hayal çevresi her durumda genişler. Van, yalnızca kaleleri ve yapılarıyla değil, coğrafyası ve bir iç deniz olan gölüyle de mistik havaya sahiptir. Sözü Yaşar Kemal’e bırakmanın yeridir: ‘Van gölü, Van gölü değil, Van denizi -öylesine geniş ki, denizden başkası yakışmaz, zaten Vanlılar da deniz diyorlar- gümüş tasta bir sudur (…) Dünyada hiçbir göl, hiçbir deniz, hiçbir su Van gölünün maviliğinde olamaz. Masmavi… Deli eden bir mavilik.’ Bu mistik havanın, yoğun bir mitolojik ve folklorik birikim yaratması son derece doğaldır. Van Gölü’nün Gevaş’a yakın bölümünde yer alan, kilisesiyle ünlü Akdamar adasına ad verdiği düşünülen Tamara efsanesi de bu birikimin ürünlerinden… Farklı biçimlerde aktarılan efsaneye göre, Adadaki keşişin kızı olan Tamara, ‘adsız’ bir çobana âşıktır. Çoban, geceleyin Tamara’nın tuttuğu fenere doğru yüzerek adaya çıkar ve gizlice buluşurlar. Durumu fark eden keşiş, kızını engeller. Tamara’nın vazgeçmeyeceğini anlayınca bir hileye başvurup fırtınalı bir gecede feneri yakar; feneri gören genç azgın dalgalara aldırmaksızın suya atlar ve adaya doğru yüzer. Ne var ki, fener sürekli yer değiştirmektedir. Takatsiz kalan genç çoban dalgalara kapılıp boğulur. Olup biteni öğrenen Tamara da kendini adanın yüksek bir yerinden Van Gölü’nün acı sularına bırakır… Evet, ‘vuslat’ı suyun iki yakası üzerinden anlatan aşk efsanelerinden biri; Hellespontos’un (Çanakkale Boğazı) iki yakası için anlatılan Hero ile Leandros gibi; su-gece, karanlık-ölüm, ışık-kavuşma motifleriyle örülen efsaneler… Karşı kıyı, hayal gücü içinde belli belirsiz oluşan bir özlemin dışavurumudur. Bölgede Kêynê Klari (Darahêni; Genç), Çayda Çıra (Harput; Elazığ) gibi başka benzerleri de bulunan bu tür efsanelerin, İrani halkların mitolojisindeki ‘gevher-i şebçerağ’ mitosu çevresinde şekillendiği düşünülebilir. Geceleyin parıldayan bu cevher, hayatı simgeler; su ve gece üzerinden dile gelen karanlığa (ölüm) karşı hayatın ışığıdır. Mahmut Turgut, daha çok sanatçı portreleriyle bilinir; evet, ‘bir portre ustası’… Sanatçı sevgisidir onu portrelere yönelten; onun ‘objektifine’, Türkiye’nin birçok sanatçı ve aydını konuk olmuştur. Sanat uğraşısının ilk adımlarından biri şiirdir, At Dağları Sırtından adlı bir de şiir kitabı yayımlanmıştır. İlk adımları Van’da atmıştır doğal olarak, o da diğer Vanlılar gibi, ‘deniz’le yakından ilgilidir; ‘Hiç deniz oldun mu” diye sorar. Rengârenk coğrafyası, hüznü ve neşesiyle Van önemli esin kaynağıdır. Turgut, ‘yıldızların su içtiği kuyularda’ sözün izini sürerken; görsel izlenimler daha çekici gelmiştir. İzlenimlerinde bile Van’ın insan sıcağı hissedilir. ‘Kuzgunkıran’ kışlarında rengârenk baharlar besleyen ‘BahçeVan’ın sessiz ve gizemli tarihi akar görüntülerde…

Ankaranâme

M. Mahzun Doğan

Fotoğraftaki edebiyatçı…

(Başkent Gazetesi, 23 Mart 2015)

Romanlarını, öykülerini, şiirlerini okuduğunuz, başucu kitabı bellediğiniz kitaplarda imzası olan sevdiğiniz yazarların şairlerin yüzlerini merak eder misiniz? Edebiyatın kurmaca dünyasında sizi bambaşka düşlere, düşüncelere taşıyan o kişilerin yüzünde, bakışlarında, duruşlarında yarattıkları kurgusal dünyadan izler yakalama arzusu duyar mısınız? Ben duyarım. Günlük yaşamımda hiç tanımadığım, uzak kentlerde ya da ülkelerde yaşayan ya da artık yaşamadığı için zaten karşılaşma olanağım olmayan yazarların fotoğraflarına bakmak, onların yazdıklarıyla ortak bir atmosfere taşır beni. Severim bunu… Sait Faik’in yüz haritasında öykü kişileri dolaşır sanki… Orhan Kemal’in yüzünde “Bereketli Topraklar”ın insanları ve Murtaza… Nâzım Hikmet’in bakışlarına hasret ve rüzgâr, Edip Cansever’in bakışlarına şiirlerindeki hüzün çökmüştür gibi gelir bana. Evet, yazar fotoğraflarının edebiyat dergilerinde yayımlanması, bu açıdan önemli. Ancak, eğer bir belgesel çalışma değilse, o yayımlanan fotoğrafların da sanatsal bir kaygıyla çekilmiş olmasını önemserim. Yazının, şiirin yanında, o şiirle bütünleşen, ona bir şeyler katan fotoğraflar olmalarını isterim. Tıpkı, iyi bir şiiri okumak gibi bakmalıyız fotoğraflara. Bunun için de, fotoğrafları çekenin usta olması gerekir. Sanatçı portreleri çeken, bunları katalog yapan ya da sergiler açan fotoğraf sanatçılarımızın çalışmaları ne demek istediğimi iyi anlatır… Bir aşk yüzünden gidip İsveç’e yerleşen ve Sartre’dan Ungaretti’ye dek dünyaca ünlü nice yazarın, şairin fotoğraflarını çeken Lütfü Özkök buna iyi bir örnek. Sonra günümüz sanatçılarından Çerkes Karadağ, Mahmut Turgut ve Doğanay Sevindik’in portreleri de öyle… ***

Yeni yayıma başlayan edebiyat, kültür ve sanat dergisi “Kuzgun”un ilk sayısının Bilal Kolbüken imzalı “Editörden” bölümünde, yazar fotoğraflarının dergi kapaklarında kullanılmasıyla ilgili bir tepki dile getiriliyordu. “Yeni bir edebiyat dergisi, yeni bir heyecan!” başlıklı yazımda (Başkent Gazetesi, 28 Şubat 2015), bu dergiden söz etmiştim. Yazar fotoğraflarıyla ilgili tümceleri de almıştım yazıma: “kuzgun dergi’de, bir tavır olarak, kapağında yazar fotoğraflarına ya da yazar isimlerine yer verilen dergicilik anlayışına da veda ediyoruz; aslolan metin’dir diyoruz…” Derginin o sayısında, şair Ali Hikmet Eren, “Karakediye mektuplar” başlığıyla, bir mektup dizisi başlatmış. İlk sayıdaki ilk mektupta değinilen konulardan birisi de yine dergilerde yayımlanan şair ve yazar fotoğraflarıydı. “Karakedi”ye yazılan bu mektuplar bir dertleşme, söyleşme niteliği taşıyor. Şair edebiyat ortamına ilişkin gözlemlerini “karakedi”yle paylaşıyor. Yazıdan anlıyoruz ki, bir kişiye, bir edebiyatçıya değil de bir kediye yazması bile edebiyat ortamındaki “kirliliğe” bir tepki gerçekte. Son yıllarda şiire başlama yaşının yükselmesi gözlemlerinden birisi. Elbette, yalnızca gözlemini belirtip, saptama yapıp bir kenara çekilmiyor. Eleştiriyor bu durumu… “yaşama geç tutunmuş, hırçınlıkları ve âsilikleri zamanla törpülenmiş pek çok kifâyetsiz muhteris, sosyal statü ve kimlik edinme arayışını şiire de bulaştırdı ne yazık ki.” diyor. Şairin, “Karakedi”yle dertleşme konularından birisi de, yazar ve şair fotoğraflarının ürünün önüne geçmesi. Birçok şairin, “yükselen kir değerler”e küstüğünü, kendilerini dışladıklarını belirtiyor. Artık “görsel” bir çağ yaşandığını vurguluyor: “şiirinin yanında fotoğrafın olmadan şiirin yayımlanmamaya başladı mesela. üstelik senin haberin olmasa da bir yerlerden bulundu ve konuverdi fotoğrafın şiirinin tepesine. özel pozlar verdi kimileri sırf bu amaçla. mümkün olsa, şiiri yerine, sadece kendi fotoğraflarını koyacak şairler(!) türedi son günlerde…” (*) Böyle diyor şair… Dergilerde, kitaplarda yazarların, şairlerin fotoğraflarının kullanılmasında bir abartma, magazinleştirme var mı sizce de? Yaklaşık olarak son kırk yılın birçok edebiyat dergisini, düzenli olmasa da okudum, beslendim onlardan. Hızla gözümün önünden geçiriyorum da onları, evet, hemen hepsinde yazar şair fotoğrafları kullanılıyor. Ama, her yazının, her şiirin yanında yazanın boy boy fotoğraflarının yayımlanması, doğrusu bana da abartılı geliyor.

(*) Ali Hikmet Eren, yazısında büyük harf hiç kullanmıyor. Yaptığım alıntıda, tümcelerin küçük harfle başlaması, bir dalgınlık değil…

“Yüreğimdeki Çiçekler”

TÜYAP Kitap Fuarını gezme fırsatı bulamadım. Benim gibi fuarı gezemeyenler gazetelerde çıkan haberleri okudular; televizyonlarda yazarlarla yapılan röportajları izlediler. Arada bir fuarı gezenlerin de göründüğü o ekranlarda, (herkes sözleşmiş gibi) kitaba ulaşmak için Büyükçekmece’ye, toplu taşıma araçlarıyla 40-45 kilometre yol kat ettiklerini söylediler.

 Neyse, okurun –indirimli- kitapla buluşma günleri bitti. TÜYAP, 30’ncu etkinliğinden de yüzünün akıyla çıkmasını bildi. Tabii bir ilki de gerçekleştirerek: TÜYAP  İstanbul Kitap Fuarı, artık ‘uluslararası’ bir kimlik de kazandı. 1982 yılında 28 yayınevi ile başlayan yolculuk bugün, yüzlerce yayınevi ve yılda 4 bin yeni ürünle okur karşısına çıkıyor.

 +++

 Bunlar özet bilgiler.  Kitapseverler daha çoğunu, fuar haftasında (12-20 Kasım) gazetelerin verdiği Kitap eklerinde bulabilirler.

   Kitap severlerin ‘edinmede’ zorluk çektikleri ne olabilir ki…

   Bana göre; 30. Uluslararası Kitap Fuarı onuruna bir kültür hizmeti olarak (sadece, r.b.) 700 adet bastırılan, Mahmut Turgut’un objektifinden kaybettiklerimiz: “Yüreğimdeki Çiçekler”  albümüdür. 160 sayfalık albümde, 75 yazar-sanatçı-politika ve bilim insanının fotoğrafları yer alıyor. Fotoğrafların sol karşı sayfasında da özgeçmişleri ile yapıtlarından birer örnek var.  Kiminin fotoğraflarına özlemle baktım. Örneğin, Kurul Ören Yeri’nden dönerken çamura saplanan aracımızı birlikte ittiğimiz, Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı… Ankara Zafer Çarşısı’ndaki Sergi Kitapevi’ne zaman zaman uğrama fırsatı bulduğum (tabii Ünal Üstün’ün tanıştırdığı) Erdal Öz… İlerlemiş yaşına rağmen  memleketi Giresun’a gelip, sol bir partide 1 sıra adayı olan   “edebiyat eleştirmeni” Fethi Naci ile ayaküstü sohbetlerimizi anımsadım… Tabii  Halit Çelenk, Sadun Aren’in benim hayatımda yerleri bambaşka… Avukat Halit Çelenk-Şekibe Çelenk ve Prof.Dr. Sadun Aren, 60’lı yılların devrimci hareketinin öncülerinden… Türkiye İşçi Partisi’nin de bizleri bir potada eritmeye çalıştığı 60’lı yıllara uzandım… 12 Eylül 1982 darbesi sonrası Mamak Askeri Mahkemesi’ne bir yakınımızın duruşmasına Avukatımız Halit Çelenk’le gittiğimiz aylar, dün gibi… 

Ve uzun yıllar hamhayal olduğumuz yazarlar, çizerler, sanatçılar ve politikacılar… Hepsini burada rahmetle anıyorum…

+++

Albümü bunları yazdıktan sonra kapatacak değilim. Albümün sayfalarını karıştırırken doğum yeri Ordu olan, yazar-sanatçı-politikacı-bilim insanı var mı diye aradım. Bir Orduluyla karşılaştım; adı: Azer Yaran (1949-2005)!  Sevindim. Uzun uzun fotoğrafına baktım, (Şinasi Tepe’nin tanımlamasıyla ‘Dertlerin Şairi”) ne güzel de gülümsüyordu bizlere…

 Bu yazı, Azer Yaran’ın albümde de yer alan “Karadeniz Şarkıları”dan bir kıta ile bitmeli değil mi?!

  “Ama ağır sancılar taşıyor kıyımız,

    Yamaçlarda kadınlar, yangınında derin

    ahların,

    Tepelerimizde eziliyor yorgun toprağımız

     Altında nükleer silahların. (‘)

  (‘) Giz Menekşesi, YKY, 2004, O. Rüştü BAŞ

Mahmut Turgut’un portresi/portreleri

 

Mahmut Turgut’u 1990’ların ortalarında, Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nde tanıdım.

 

Renk ve çizgileri,grafiksel düzenlemelerle albenili görüntülerle dönüştürdüğü çalışmalardan oluşan ilk kişisel sergisi “oto-grafik” i, hemen arkasından doğup büyüdüğü topraklara olan vefa borcunu ödediği ve doğa sevgisini işlediği “Doğa’dan Van’dan” başlıklı/konulu sergisini izledik.

Her iki sergide fotoğraf ve sanat dünyasında büyük ilgi gördü.

 

Mahmut Turgut birden kulvar değiştirdi. Portre fotoğrafçılığına yöneldi. Önce, şair olarak yakından izlediği Edebiyat ortamındaki edebiyatçıları fotoğraflamaya başladı ve sanata yatkın kişiliğiyle, sanatçı duyarlılığıyla günümüze kadar sürdürdüğü çekimler sonucu klasik tutumundan (belgelemekten) farklı altı yüz elli portrelik bir arşiv oluşturuldu.

 

Nadar, Cameron, Agust Sander, Yousuf Karslı, Ara Güler, Lütfi Özkök, Şakir Eczacıbaşı, Çerkes Karadağ, İsa Çelik. Sistematik olarak portre çalışmış/çalışan ilk anda akla gelen ünlü fotoğrafçılar. Bilim ve Sanat insanlarına kendilerine özgün sitillerle, estetik kaygılarla fotoğraflayarak, geçmişi günümüze- günümüzü geleceğe taşıyan sanatçılar. Portre çalışmak oldukça zahmetli bir iştir. Modelle fotoğrafçı arasında kurulması gereken iletişimin önemini kavrayamazsanız, karşılıklı güven ortamı oluşturmazsanız, çalışmalarınız uzun sürmez tıkanır.

 

Kişi, kimlik, ifade, olduğu gibi, görünmek istediği, önden, profilden, fotojenik, samimi, yapmacık, boy, büst, baş, yapay ışık, gerçek ışığa(doğal ışık), doğal ortam, stüdyoda, benzemiyor, andırıyor, düzenlenmiş mekan, uygun fon, tek, birlikte, haberli, işlevli, uygun, giysi, aykırı duruş, interaktif, işiyle … portre fotoğrafçısının açmazları, uzmanlaşması, gereken olgular, yaklaşımlar.

 

Mahmut Turgut’un 2001’de Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanan “Objektifimdeki Edebiyatçılar” isimli albümündeki ve bu albümdeki fotoğraflarını bilgisel bir yaklaşımla değerlendirirsek, amacının; her zaman doğallığı yakalamak olduğunu, artistik duygu ve düşüncelerle yapılan fon, mekan ve kostüm düzenlemelerinden, yapaylıktan, sıradan zenginleştirilmiş, aslında sıradanlaştırılmış çekimlerden uzak durduğunu, portrelerinin fotoğraf sanatında realizmi ve saygıyı birleştiren bir anlayışın ürünleri olduğunu görürüz. Klasik portre bakış açısıyla, arayışlara girmeden, kişinin karakteri hakkında ipuçları veren, fiziksel özellikleri doğrudan yansıtan, kamerayla barışık, yalın ve içten portreler.

 

Mahmut Turgut olağanüstü, toplumsal ve insani bir çalışmayla;

Harflerle yazanları, ışıkla yazdığı bu albümle bir kez daha ölümsüzleştirmiş, kutlarım.

 

Mehmet Arslan Güven

YÜREĞİMDEKİ ÇİÇEKLER...

 

. Yıllarca Peşinden koşup fotoğrafladığı yazarların, sanat adamlarının fotoğraflarını,

 vefatlarından sonra yayımladı...

                                                    varınca anamın yanına

                                                       biri açar, biri solar

                                                       yüreğimdeki çiçeklerin

                                                       kanımı dondurur soğukluğu

                                                       buz kesmiş ellerinin”

                                                                                    Mahmut Turgut

                                                                                  At Dağları Sırtından – şiirler, fotoğraflar

                                                                                  Güldikeni Yayınları 1977 2. baskı,

 

 

Lütfi ÖZGÜNAYDIN

 

 

Van gölüne bakmanın  keyfi bir başkadır. Mavinin yeşilin tonları çizgi çizgi uzar gider ufka doğru. Arkada Süphan dimdik durur. Gölün bekçisidir; bazen bembeyazdır bazen başı dumanlıdır. Gölün naif renklerinin üstüne kol kanat gerer...

Mahmut Turgut işte bu topraklarda Van da doğmuş. Önce o coğrafyanın renklerini, yaşayanlarını çocuklarını fotoğraflayıp sergilemiş. Sonra kitapların arasına düşmüş. Ve o sayfaları yazan yazarların sanat adamlarının fotoğraflarına yönelmiş. Bıkıp usanmadan sürdürmüş çalışmasını. Kitap fuarlarında, toplantılarda söyleşilerde onlara hep objektifinden bakmış. Onların yüzünde ki duygularını saptayıp biriktirmiş. Yıllarca yüreğindeki vefa duygusunun edilgenliği ile onların fotoğraflarını çekmiş. 650 çağdaş yazarın fotoğrafını türlü ortamlardan saptayıp almış arşivine eklemiş, Mahmut Turgut... Onların birçoğu göçüp gitmişler bu dünyadan... Eserleri, kitapları yaşamış ama belki suretleri unutulmuş. Mahmut Turgut vefat eden yazarların çizerlerin fotoğraflarını bir kitapta toplayarak onları görsel açıdan da unutturmamış. Yüreğimdeki Çiçekler albümünü, TÜYAP yayımlamış, Enver Ercan yayıma hazırlamış, tasarım danışmanlığını da  Sadık Karamustafa yapmış.

Kimler yok ki kitapta; eski başbakanlarımızdan Bülent Ecevit, Ahmet  Taner Kışlalı,Ahmet Tevfik Küflü, Arif Damar, Atilla İlhan, Aziz Nesin, Cahit Külebi,Can Yücel, Demirtaş Ceyhun, Duygu Asena, Erdal İnönü, Erdal Öz, Fakir Baykurt, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Fethi Naci, Halit Refiğ, İlhan Berk, İlhan Selçuk, Kemal Özer, Necati Cumalı,Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk, Tomris Uyar, Turhan Selçuk, Vedat Günyol ve daha niceleri. 75 Yazar ve sanat adamının fotoğrafı var kitapta.

Kitapta tam sayfa yayımlanan fotoğrafların karşı sayfasında yazarların özgeçmişleri ve eserlerinden alıntılar yapılmış

 

Cahit Külebi den bir dörtlük

 

Çamlıbel den Tokat a doğru.

Tozlu yolların aktığı ırmak

Ben seni çoktan unuttum

Sen de unuttun mu dön geri bak...

 

Biz onları unutmadık. Onlar çok şey verdiler bize. Dizeleri yüreğimiz de yaşıyor. Kitaplar hep aklımız da. Mahmut  Turgut fotoğrafları ile bir kez daha yanımıza getirdi onları. Fotoğraflarına bakıp yazdıklarını anımsıyoruz.

Mahmut Turgut son yıllarını yazarların sanatçıların peşinde geçiriyor. Her kitap fuarında onu bir köşede görürsünüz elinde  makinesi yazarları izler. Onların anlık duygularını saptar saklar. Fotoğraf adına çok önemli bir işi başarmıştır Mahmut Turgut.

Van gölünün kıyısında dünyaya gelen, yaşamı içinde fotoğrafı iş edinen Mahmut Turgut sadece kitaplarla değil, yazarların sanat adamlarının yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda sergisini gerçekleştirmiştir.

“Yüreğimdeki Çiçekler” fotoğraf albümü son yılların yüz akı işlerinden birisi olmuştur. Bu kitabı yayımlayarak  TÜYAP ta  önemli bir işe imza atmıştır.

Onlar yaşadılar yüzlerce eser bıraktılar gittiler. Mahmut Turgut un objektifindeki görüntülerle, o anki duyguları bizim önümüzde duruyor. Gülümseyen düşünen,duygusallığını gözlerindeki bakışlarında gördüğümüz onlarca yazarımız anımsamak açısından bir kez daha onlarla birlikte olmak açısından önemli bir kitaptır. Mahmut  Turgut un objektifi sayesinde, okurlarında yüreğindeki vefa duygusu bir daha  uyandırmıştır.